Siz de duygu dolu sonlarda ağlamamak için kendinizi kasanlardan mısınız? Öyleyse müjdemizi verelim, çünkü buna hiç gerek yok. Aksine, filmlerde ağlamanız sizin güçlü bir karaktere sahip olduğunuzun kanıtı.
Empati, herkesin sahip olabileceği bir güç değil
Narsistler, sosyopatlar ve bunun gibi kişilik bozukluğuna sahip insanlar en büyük ortak özelliği nedir biliyor musunuz? Empati gücünden yoksun olmaları. Yani bu insanlar, kendilerini başkalarının yerine koyamıyor, onlara nazik davranamıyor ve genellikle bencil oluyorlar.
Eğer insanlara değer veriyor ve onların duygularına önem veriyorsanız, bu ciddi bir erdem gerektiriyor. Buna da empati diyoruz. Bu da bizim, izlediğimiz filmlerde karakterlerin duygularını anlamamızı sağlıyor.
Yani ister gerçek bir kişi olsun ister kurgusal bir karakter, bir duyguyu paylaşabilmek büyük bir erdem. Mathilda’yla Léon’a üzülmeyen insan zaten nasıl biri olabilir ki?
Filmlere ağlayan insanlar, duygularını saklamayacak kadar cesur, gerçek ve kurguyu ayırt edebilecek kadar akıllıdır oysa ki.
Tabi bunun bir de patolojik boyutu var
Filmlerde ağlamak normal, ancak bu durumu kendini bir karakterle özdeşleştirip, onun gibi yaşamaya çalışan, bohemliği seven insanlardan ayırmak gerekiyor.
Bunun haricinde bir de Stendhal Sendromu diye bir rahatsızlık var. Stendhal Sendromu ya da diğer adıyla hiperkültüremi, kişinin sanat eserlerinin bolluğu veya ihtişamı ve güzelliği karşısında hızlı kalp atışı, baş dönmesi, baygınlık, şaşırma ve hatta halüsinasyona sebep olma gibi sonuçlar doğuran patolojik bir rahatsızlık. Yani filmlere ağlamak, bu durumdan çok farklı bir boyut.
Yani kısacası;
Göz yaşlarınızı tutmanıza gerek yok. Siz güçlüsünüz. Bırakın sizi anlamasınlar, siz duygularınızı yaşayın. Bireyin kendisini özgürce yaşaması da başlı başına bir güç değil mi zaten?
0 yorum:
Yorum Gönder