Şimdi dolabınıza gidin ve en az bir aylık bir kıyafet seçin. O kıyafeti aldığınız ilk anı hatırlayın. Sizin için ne kadar değerliydi değil mi? Yeniydi çünkü. Yeni olmasının bir heyecanı vardı. Daha nice kombinler yapacaktınız onunla. Peki ne oldu da heyecanı bitti? Neden o ilk günkü heyecanın yerini, belirsiz bir hissizlik aldı o kıyafete karşı? Ne oldu onu almış olduğunuz ilk günkü tatmine, memnuniyete?
Üzerinden ne sular, ne alışverişler, ne kıyafetler geçti öyle değil mi? Mesela hemen yanımda sırt çantam duruyor. Bundan bir 4-5 ay önce almıştım. Geldiği gün ofiste olay oldu diyebilirim. Ön cebi kırık beyaz diye yere koymuyordum.
Şimdi ne oldu? Çamur içinde. Hala seviyorum o çantayı ama aynı heyecan yok.
Peki neden yok? Bir eşya, aldığımızdan sonraki kısa bir süre boyunca “yeni” sıfatını koruyabiliyor. Üzerinden zaman geçtikçe artık “eski”yor. Çünkü mutluluğa giden yolun üzerindeki temel engel, adaptasyon. Aldığımız bir şey eskidikçe, verdiği tatmin de kayboluyor. Yani yeniliğe adapte oluyoruz ve bir kez adapte olduktan sonra heyecanı gidiyor. Bu da bizi, yeni şeyler almamıza ve süreci sürekli olarak tekrarlamak zorunda kalmamıza sebep oluyor.
Neyse ki, bu kısır döngüyü kırmak için yapılacak harika bir şey var: Seyahat etmek.
Cornell Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, alışveriş yapmayla seyahat etmenin aynı mutluluğu verdiğini söylüyor.
Psikoloji bölümü profesörü Thomas Gilovich’in de dediğine göre, bu iki eylem çok önemli bir noktada ayrılıyor. Sahip olduğumuz şeyler bir süre sonra önemini yitirirken, yaptığımız seyahatlerden kalan anılar, hatırladıkça bizi mutlu etmeye devam ediyor.
Sıra dışı etkinliklere katılmak, yolculuğa çıkmak, yeni şeyler öğrenmek, ekstrem sporlar ve daha nicesi, yine bu mutlu eden etkinliklerin içerisinde.
Yani aldığınız ayakkabı, mutluluğunuzu bir yere kadar götürür; seyahat ise her yere.
0 yorum:
Yorum Gönder